KIM JONGHYUN
Bir sabah uyandınız ve artık kapıda şarkılarıyla sizi her
sabah karşılayan bir kuşun cıvıltıları artık yok. Bir sonbahar da bakmışsınız
ki tüm çiçekler solmuş ve size bakıyor geriye kalan dalları. Bir bakmışsınız, bakmışız…
Birisi dönüp bir bakmış ki yanı başında soluduğu bir nefesin eksikliği
hissediliyor. Binlerce kilometre öteden hissedilebilir mi denilebilecek bir
nefes. Topraktan göçmüş, doğayla kalbinize sahip çıkmış, orada saklı, orada
sizinle yaşıyor- ama o artık gözlerinize bakmıyor, sizin bedeniniz dışında bir
varlık taşımıyor. Ama sizinle beraber yaşıyor- bütünlüğün içinde seni kendi
içerinden dışarı koyarak. Binlerce kilometre öteden algılanabilir mi
denilebilecek bir dokunuşla. Toprakta ölüm, insanla bütünlüğünde ölümsüzleşen
bir titremeyle son buluyor-ebediyen her defasında yeniden başlamak için. Binlerce
kilometre öteden anlaşılabilir mi denilebilecek bir çağrıyla. Binlerce kilometre
ötelerden bahsederken şaşırıyor kalemim- kim gözlerini kaldırdığında, gördüğünü
algılayabiliyor, hissedebiliyor ya da anlayabiliyor?
Yirmi yedi
yıl, yirmi yedi gün, yirmi yedi saniye bir anda tek bir söze sarılıyor-“elveda”!
Giderken, yolculuğu bilerek seçen bir yolcu- bu yolcu hayattan ne anladı ki, ne
hissetti ki ya da ne algıladı ki tüm yollarını belirleyen bir yol aldı? Birileri
için varoluşuna ihanet sayılabilecek bir hareket, bir başkası için üzülecek bir
delilik hali, daha bir başkası için hayata sıkışıp kalmışlıktan kurtuluş için
korkakça bir adım… Bir intihar! Bir intihar, her daim bir intihar mıydı? Sözlük
anlamıyla intihar; “1) bir kimsenin toplumsal ve ruhsal sebeplerin etkisi ile
kendi hayatına son vermesi, 2) hayatını tehlikeye düşürecek aşırı davranış veya
iş, 3) bir kimsenin toplumsal ve ruhsal nedenlerin etkisiyle kendi yaşamına son
vermesi.” Peki, Kim Jonghyun’ un eylemi
tam olarak bu muydu? Binlerce kilometre öteden anlamaya çalışmak zor mu olur-
yakınındaki insanların ötesinde düşünmek gerektiğini düşünüyorum. Ölen kişiyle hiçbir
deneyimi olmayan kişinin sevgisinin, o kişiye yakın olanlarınkinden daha çoktur
gibi bir şeyden bahsetmiyorum ya da kimin daha çok üzüldüğünden vs. Ama yaşamın
bir parçası olarak düşündüğüm ölümün üzerinde düşünme deneyiminin de yaşamın
içerisinde varolduğunu söylüyorum- ve tüm sorumluluğu üzerine alan bir yolcu
gemisinin kaptana ihtiyaç duymadığı yoldan ve o yola baş koymasından söz
ediyorum.
“Bu hayat bana göre değil. Diyorlar ki,
hayata karşı durmak ve ünlü olmak çok zor. Neden bu hayatı seçtim? Çok eğlenceli ve ancak buraya kadar
sürdürebileceğim bir mucize( Kim Jonghyun)." İnsanların birazcık
mutluluğa ihtiyacı olan dünya da sesiyle, danslarıyla ve emeğiyle bu amaca
hizmet eden bir insanın aniden başka bir yolu seçmesinin nedeni ne olabilir? Kuşkusuz,
asla kuşkusuz kalmayacak bir soru. Bu hayat
bana göre değil- deneyimleyip yaşadığı ve bu hayat dediği sanatsal yaşamı mı, hayatın kendisi mi? Bir sonraki
cümle diyorlar ki, hayata karşı durmak ve
ünlü olmak çok zor şeklinde devam ediyor. Ona göre yaşamın kendisi ya da
ünlü olarak zorlandığı yaşamı yaşamak zordu. Neden bu hayatı seçtim- neden bu
hayatı seçmişti? Bu sorulardan yola çıkarak binlerce soru sorabiliriz, ölen bir
insanın arkasından dedikodular yapabilir, yalanlar uydurabilir ve kendimiz
sorup kendimiz cevaplar üretebiliriz… Peki, Kim Jonghyun kendisi olabilir
miyiz; ya da onun ötesine geçip kendisine soruduğu sorulara daha fazla cevap
üretebilir miyiz? İşte Kim Jonghyun şöyle konuşuyordu son vedasında yaşama,
ölüme ve insana- kendine:
“içten kırgınım. Yavaş yavaş içimi kemiren depresyona
karşı direnmeye çalıştım ancak sonunda tükendim. Üstesinden gelemedim. Kendimden
nefret ettim. Anılarıma tutunmaya karar verdim. Kendime gelmek için haykırdım. Fakat
yanıt yoktu. Eğer nefesiniz sizi boğuyorsa artık nefes almanın hiçbir anlamı
yok. Benim sorumluluğumu kim alabilir ki diye sordum kendime. Sadece kendim
bunu yapabilirdim. Yapayalnızım. Bir şeylerin biteceğini söylemek kolay olandı.
Ama gerçekten bitirmek çok zordu. Uzun bir zaman boyunca bu zorlukla yaşadım. Kaçmak
istediğimi söylemişlerdi ya. Bu doğru. Kaçmak istedim. Benden! Senden! Orada kim
olduğunu sordun. Ben olduğumu söyledim. Tekrar ben olduğumu söyledim. Ve yine
benim olduğumu söyledim. Neden anılarımı unuttuğumu sordum. Bunun kişiliğim
yüzünden olduğumu söyledin. Anlıyordum. Her şeyin sonunda benim hatam olduğunu
görüyordum. İnsanların fark etmesini umuyordum. Ancak kimse fark etmiyordu. Çünkü
benimle sizlerde tanışmadınız. Neden yaşadığımı, insanların neden yaşadıklarını
sorguladım. Çünkü sadece yaşıyorlar. Herkes sadece yaşıyor. İnsanlara ölmek
için neden sorarsanız şayet onlar sadece tükendikleri için öldüklerini
söylerler. Acı ve ıstırap çektim. Acıyı ve ıstırabı nasıl mutluluğa dönüştüreceğimi
bilmiyordum. Hiç öğrenemedim. Acı sadece acıdır. Kendimi buna son vermek için
daha önce çok zorladım. Neden? Neden tüm acıya son vermek için direniyorum ki? Bana
acının nedenini araştırmam söylendi. Bense bunun nedenini çok iyi biliyorum. Kendimden
dolayı inciniyordum. Hepsi benim hatamdı, çünkü ben bu şekilde doğmuşum. Doktor
duymak istediğin şey bu muydu? Hayır, ben yanlış bir şey yapmadım. Sakin bir
şekilde bana kişiliğimden kaynaklandığını söylediğinde, doktor olmanın ne kadar
kolay olduğunu düşündüm. Bu kadar acı çekiyor olmam çok fantastik. Oysa benden
daha büyük acılar yaşayan ve buna katlanıp hayatını mutlu bir şekilde idame
eden binlerce insan vardı. Benden daha güçsüz olanlar güzelce yaralarını
sarıyordu. Gerçek olan şu ki bu Dünya’daki hiç kimse benden daha aciz ve güçsüz
değildi. Ama yine de yaşamak istedim. Bunu niye yaptığımı sordum kendi
kendime. Cevabı ise sizin içindi. Oysa ben
kendim için bir şey yapmak istedim. Lütfen
bilmediğiniz konularda ahkâm kesmeyin. Neden acı çektiğimi bulmalıyım. Bir çok
kez bunun nedenini aradım işte. Niye acı çektiğimi söyledim ya. Bu nedenlerle
acı çekmeye hakkım yok mu? daha spesifik ve daha dramatik şeyler mi olmalıydı? Sizin
daha iyi nedenleriniz var mı? Ben söyledim işte. Dinliyor musunuz? Üstesinden gelsem
de üstesinden geldiğim şeyler yara izi olarak kalıyordu. Sanırım Dünya’ya kafa
tutmak bana göre değildi. Bu yüzden zordu. Dünyaya açılmak ve halkın gözünün
önünde bir hayat yaşamak bana göre değildi. Sanırım zor olanda buydu. Dünya’ya
açılmak ve herkesin önünde bir hayat yaşamak. Niye bunu seçtim ki? Çok saçma. Bu
zamana kadar mükemmel bir şeyler yapmışımdır. Ne diyebilirim daha fazla hiç
bilmiyorum. Sadece bir şeyleri iyi yaptığımı söyleyin. İyi şeyler yaptım ve çok
fazla çalıştım. Beni sonsuzluğa uğurlarken yüzünüzde tebessüm olmasa da hatalı
olduğumu da söylemeyin. Elveda( Kim Jonghyun)!”
Her insanın
kendisine sorması gereken sorular vardır. Bizi biz yapan şeyler kendimize hangi
soruları soracağımızı belirlemek ve onlara dair kendi cevaplarımızı
bulabilmekten geçer. Burada bu sözü söylüyorum ve bu sözümün aşılmasıyla tekrar
bu noktaya geri düşüp soruları sorup sormamak kişilerin kendi vicdan ve
hürriyetlerine kalmıştır. Tüm hazır sorulara ve cevaplara konan yaşamdan yoksun
yürüyen kütüphaneler ve sürüsel güdülerini aşamayanların kendilerini kandırarak
yaşamak zorunda oldukları bu dünya da- yaşama başkaldırmanın da ötesine geçip
ölümü alt eden Kim Jonghyun’u tüm
saygımla tüm saygımla selamlıyorum. Bu
yaşama başkaldırmak olduğu gibi ölümü de seçmenin insanın kudretine
kalabileceğinin göstergesi olarak tarihe geçeceğine inanıyorum. Bu bir intihar
vakası değildir. Bu bir ölümü öldürme olayıdır.
Son sözleriyle Kim Jonghyun bize “elveda” derken, ben ona şu mısralarımla
sesleniyorum:
Binlerce kez
söylenmiş şarkıların ardından
Bir sesin elveda
deyişi miydi
Onlarca atılan
kahkahaya rağmen
Göz yaşının akışı
gibi
Tüm yağmurlara
rağmen
Yirmi yedi saniyede
solan bir çiçek
Bu bir elvedanın
sesi miydi
Rüzgârların yaprakları
uçurtuşu
Ama tüm varlığını
Kendi şarkılarını
söyleyen
Göçmen kuşların
Armağan olarak
geride bıraktıkları şeyler gibi
Bir elveda mıydı
Biliyorsun değil mi
Giderken
Hiç gitmedin hala
yaşıyorsun
Sesin her daim
Bu günün şarkısını
çalıyor
Ruhun tüm günler de
bizlerle kalıyor
Bütün biraz-
Senden- biraz Benden
Her birimizden ve
hiçbirimizden
Bu yüzden
Sorular başkaldırmak
istiyor.
Yazar: Cihat ÖZKAN
İŞTE folozoflugun, şairliğin evrenselliğe açılan kapısı burası. Gücü yetmeyenden gizlenmesi gereken en gizemli kapı.
YanıtlaSilBence de. Çocuğun ölümünden önce yazdığı yazı sanki platonun şiirlerin (sanatçínin) karşısında felsefe ile karşılaştırırken cevap vermeyip bıraktığı yerin devamı gibi yada bir sanatçının bir filozofla tartışması gibi olmuş. mektubu Okurken sürekli platon ve camus geldi aklıma. Birde varoluş paradoksu. insanın kendi sorusunu bulabilmesi ve varoluş paradoksunu bilsede bilmese de hissetmesi. Buda sizin derste söylediğiniz şeyi aklıma getiriyor "yaratıcılık doğanın bir hediyesi gibidir ve herkese ait değildir. Belki felsefe yapamazsınız, size doğa vermemiştir, bazılarınıza vermiştir. Ama en azından okuduğunuz bölümün hakkını verebilirsiniz. Bu sözler çocuğun benim karakterim bu, soru soruyorum demesini andırıyor bana.
YanıtlaSil