Değeri Metayla Ölçülen Hukuktan Kamusal Hukuka
Özet
Hukukun gerek Türkiye gerek birçok ülkede hiyerarşik bir
düzen benimsemiş olması büyük bir sorun oluşturmaktadır. Buna bir çözüm
getirilmek yerine daha hiyerarşik daha kapitalist daha yoğun meta üzerinden iş
gören bir hukuk karşımıza çıkmaktadır. Burada buna çözüm getirdiğini iddia eden
komünist kuramcılar da kendi içerisinde komünizmin yanlış yorumlandığı iddiası
ile karşı karşıyadır. O halde karşımıza çıkan asıl sorun kapitalizm içerisinde
özel hukuk ve kamusal hukukun ayrımıdır. Bu ayrım sorun olduğu gibi
kapitalizmin içerisinde bu tam olarak nasıldır ve komünist kuram içerisinde
savunulan bağlamda nasıl ele alınmışlardır. Tüm bunları görmek adına
başvuracağımız şey hukukun bu basamaklardan nasıl değiştiğidir ve karşı tutumun
nasıl bir sıçrama ve bu ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışacağı iddiasını
içeriden gözlemlemeye çalışmak olacaktır.
Anahtar Kavramlar; Kamu ve Özel Hukuk,
Mülkiyet, Manifesto
Giriş
Birçok düşünürün hukuk teorisi bizi bir sınıfsallığın
içerisinde bırakıyordu. Genellikle yapılan tartışmanın kendisi de bu
sınıfsallığın doğasını bulma gibi bir yola girmek oluyordu ve kendimizi tamda
realiteden uzakta ve tüm tarihsel bağların metafiziğin içerisinde kaybolmuş
halde buluyorduk. Buna karşın toplumun bir hukuki düzen yarattığı gözden
kaçırılamazdır. Bura da devletin mi hukuku oluşturduğu yoksa hukukun mu devleti
oluşturduğu tartışmanın genel havasını oluşturuyordu. Sınıfsallıktan hukuka ve
hukuktan otoriteye giden bu yolun en baştan göreceğimiz bir şekilde gözler
önüne çıkmasını istiyorsak gidip şu sözlere bakmamız gerekmektedir;
“Platon, kanunlarda temel sorunun hürriyet ve otorite
arasında bir denge kurmak olduğunu belirtmektedir. Devlet otoritesi
sınırlanmadığı takdirde zulüm kolaylıkla yerleşir ve bundan bütün vatandaşlar
zarar görür. Eğer fertlerin hürriyetleri bir sınırlamaya tabi olmazsa anarşi
doğar. Amaç, hürriyet ve otorite arasında ki bir denge sağlanmalıdır.”[1]
Şimdi bu
sözleri incelediğimde bir sınıfsallığın olduğunu ve platonun ikisi arasında
ılımlı bir dengenin yakalanması gerektiğini düşünürüz. Fakat platonun kişilerin
doğalarına dair ve katı sınıf kriterlerini de unutmamak gerekir ki tam iki bin
yıldır bir sınıfsallığın içerisinde olsak ta bir dönüşümün içerisinde
duruyoruz. Tabi bu Darwin’in öne sürdüğü gibi bir türün evrimleşmesidir ve
belli bir amaca doğru gider gibi bir iddiada bulunmuyoruz. Fakat bu tarihsel
sürecin kendisinde ki dönüşümsel noktaları da göz önünde bulundurmamız gerekir.
Hatta bunu şu şekilde bile tarih sahnesi içerisinde yorumlamanın mümkünatı
bulunabilir; “peygamberleri kutsal şahsiyetler olarak nitelendirmek yerine tarihsel
sahnede iktidara karşı yapılan siyasal hareketlerdir”. Ama konumuz bunun
kendisiyle alakalı olmadığı gibi bunu kenara bırakırız fakat gerek dini gerek
tarihi gerek tarihsel sol hareketler diyebileceğimiz herşey bir siyasi iktidar
mücadelesi olarak okunabilir.
Buradan
da tarihin içerisinde en çok göze çarpacak şey bir toplumun önce kendi içinde
sonra da dış toplumlar nezdinde nasıl bir araya geldikleri olacaktır. Bunu ele
alırken de devlet kavramı önümüzü adeta keserek ben buradayım dercesine tarih
belli bir dönemden sonra sadece devletler tarihi içerisinde tarihler olarak
okunacak hale gelmiştir.
Tabi devletin olması demek dolayısıyla da hukukun olması
demektir. Mustafa Bayram Mısırın diliyle söylemek gerekirse;
“bu gelenek içinde devlet, basitçe, aşkın bir siyasal
birliktir, egemenlik, bu aşkın siyasal birliğin tözüdür. Normun kaynağı da
otoriterdir, egemen devlettir. Hukuk ta kaynağı norm olarak görünse de, kararda
kendisini gerçekleştirir. Hukuk devletin karar verme işlevidir.”[2]
Bu
sözler hem hukukun devletin içerisinde ki yerini hem de Kant’ın sisteminde ki
devlet ve hukuka dair yorumu bizlere hatırlatacaktır:
“özet olarak denebilir ki, Kant’ın sisteminde devlet esas
itibariyle hukukun yapıcı ve koruyucusudur. Devletin ödevi fertlerin
mutluluğunu sağlamak değildir. Sadece hürriyeti güvence altına almaktır.”
Yalnız Kant için bir şey görünür kılınmamıştır ki oda
hürriyet göz önünde tutulurken eşitliğin nereden kaynaklı olarak eşitsizlik
olarak yorumlanacağıdır. Eşitliğin olmadığı yerde tam bir özgürlükten
bahsedilebilir mi? Hayır diyebiliriz. Çünkü ev içi tecavüz gibi suçlar cezasız
kalır çünkü mülkiyet eşler arasında ki ilişkiyi de kapsar hale gelir ve ne
kadar bir kişi özgürse o kadar hürriyet devlet içerisinde iyidir diyemeyiz
birisinin özgürlüğü bir başkasının hapishanesi olabilir. Mülkiyet koşulları
kişiler arası bir hiyerarşiye sebep olur ve hiyerarşi hiyerarşik bir özgürlük
düzeni oluşturur. Kim kime göre ne kadar özgürdür, bunu hiyerarşi belirlemiş
olur ki bu da bizi tabii hukuk alanın da olan bir duruma sınıflar ayrımına
getiren Platona kadar bizi geri götürür ve bu da bu metinde Platon ile ilgili
yapılan yorumun tekrar okunması gerektiğini ve bu okumadan hareketle mülkiyetle
ilişkisinin kurulmasını ve bu kurulan ilişkinin bizi bir otoriter yapıya
egemenliğe götürdüğü görmeyi gerektirir.
Hürriyet, Özgürlük, Eşitlik ve Kamu ve Özel Hukuk Adına
Marx’ın doğru Anlaşılması
“varlıklarının toplumsal üretiminde insanlar, aralarında, zorunlu kendi
iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri
onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder.
Bu üretim ilişki,lerinin tümü, toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal
bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde
yükseldiğini somut temelli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak
toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların
varlığını belirleyen, bilinçleri değil; tam tersine bilinçlerini belirleyen,
toplumsal varlıklarıdır.”[3]
Buradan
da anlaşılabileceği gibi toplum içerisinde ki her dönüşüm insan bilincini ya da toplum içerisinde düşünce biçiminin
yapısını etkilemektedir. Buna örnek vererek a.ıklamak gerekirse devletin tüzel
kişilik haline gelmesi yine toplumsal koşulların fertlerin iradesi üzerinde ki
hegemonyasıdır. Hobbes’a dair “‘kendini korumak’ ve ‘toplumda güvenliği
sağlayamayan devlete itaat etmemektir’”[4]
görüşlerinin belirmesi hobbes’in kendi döneminin koşullarının kendi düşünce
dünyasının yapısını kendisiyle beraber olarak düşünmeye tabii tutmasıdır. Marx’ın
zamanına gelecek olursak Marx’ın ifşa etmiş olduğu birşeyi görürürz. Oda şudur
ki; belli sistemler geliştirerek kapitalizmin gizlemeye çalıştığı ve gerek
gizli emek kavramıyla emeğin ev içinde kadınlarda görülmez hale getirilmesi
veya sermayenin bir çok şeyi göstermez hale getirmesidir. Bunun yaparken de
kullandığı şey hukuktur: ve onun içinde
“bir benzeri söylenmelidir.
Aşkınlaştırıcı /gizemselleştiriciler, hukuku devletin bir ürünü, devlet gücünün
kendini görünür kıldığı uygulama ve pratikler toplamı ve hukuki- politik
ideolojinin işlenmesini olanaklı kılan bir ideolojik yanılsama alanı olarak
görmektedir.”[5]
Artık
bu adımdan sonra ele alınacak olan kapitalizmin gizemselleştirdiği hukuk ve
komünizmin açıksallaştırdığı ve her ferde açık hale getirmeye çalıştığu
hukuktur. Komünizmin üzerinde duracağı noktalar egemen sınıf ve devletin
içrisinde ki tüm kurumların ayrı ayrı işlevselliklerinin bir bütüne nasıl
bağlandığı ve hiyerarşik hale getirildiğidir. Bunu yaparken metinde en baştan
itibaren Platon’dan bu yana sınıfların kabulunü ve böyle olmalısını sonrada
hukuku kullanarak kapitalizm tarafından legal olarak halkın iradesinde
belirleyicilik barındırmasını terz yüz edecek bir yerden bakarak hareket
etmemiz gerekmektedir. Bu hareket noktasına girerken çok popüler popüler olduğu
kadar değersizleştirilecek biçimde kullananlarında yorumlayabileceği ve
değersizleştirme çabasının içine girenlerin bariz olarak olduğu fakat aslında
tüm tarihin içerisinde egemen iktidarın ilk defa bu şekilde ele alınması
imkanını bizlere verdiği bir bildirge ile karşı karşıyayız. Kendisini
yorumlamadan önce Mısır’ın yorumundan nasıl öne sürüldüğünü gördükten sonra
onun önemini ve Platon’dan Hobbes’a ve ondan sınıfsallığa sınıfsallıktan da
mülkiyete değinerek yerini belirleye çalışacağım.
“Komünist Manifesto tarihsel bir siyasal program değil, sermaye ilişkisinin insanların
özgürlük temelinde doğaya gömülü türsel eşitliği doğrultusunda aşılmasına
yönelen çağımızın temel haklar manifestosudur. Komünist Manifesto, siyasalın
aşılmasını öngören bir hukuk metnidir. Komünist Manifesto sermaye ilişkisinin
ötesinde, insanın türsel olarak kendisine ve diğer türlere, toplumun kadına ve
doğaya yabancılaşmadığı, özel mülkiyetin bireysel mülkiyet temelinde aşılarak
mülksüzleitirenlerin mülksüzleştirildiği, bir refah ve özgürlük toplumunun
temel normunu hedefler. Komünizm de bu temel norm için mücadelelerin toplamından
ibarettir.”[6]
Dolayısıyla
sınıflara ayrılan toplum gibi hukukta sınıfsaldır. Bunun nedeni demülkün
sınıfsallığı yaratmasıdır. Kamu ve özel hukukun yerini belirtmeden önce
mülkiyetin otorite ya da egemen güöler ya da üretim araçlarına sahip olan sınıf
ya da sermayenin ayrıcalıklı kıldırğı sınıfla işçiler sınıfını ele alacağım.
Yeri gelmişken metinde dinlerin hareketlerine dair bir yorum sürülebileceğini
demiştim tam da buna hareketle eğer bir tarihsel gerçeklik olarak ele
alınacaksa peygamberlerin zayıf kesimin yanında olması ve iktidarı devirmesi de
böyle yorumlanabilir. Fakat bu aynı Rusya daki komünist devrimin yorumlandığı
gibi siyasal açıdan yorumlanabilir ve gerçekte sınıfların ortadan kalkmasını
değil sadece iktidar değişimini meydana getirir. Fakat uzun yıllardır yapılan
işçi hareketlerinin ekstra bir özelliği olmakla beraber aynı yere gittiğide
yorumlanabilir. Öncelikle yukarıda dinlere yaptığımız yorumun kendisinde
tarihsel süreç içerisinde sınıfın olmaması gerektiğine dair bir iddianın
olmadığı durumuyla olduğu durum birbirine karıştırılmamalıdır. Çünkü dinlerin
yaptığı şeyle işçilerin yaptığı şey arasında büyük farklar vardır. Benim bu iki
alanı yanyana getirmemin sebebi işçi hareketinin öyle basit bir siyasal hareket
olmamasını gerektiğini ve iktidar değişimi hareketi olmadığını göstemek
amacıyladır. Ayrıca “Rus devrimi, büyük bir devrimdir ama komünizm için model
olamayacak kadar kötü sonuçlanmıştır. İşçi hareketinin en büyük tarihsel
yenilgisi.”[7]
Tüm bunları ele almış olmamıza ve kapitalist devletin tüm özelliklerini
görebilmemize rağmen kamunun ve özel hukukun ayrıca komünist tüm bunları
değerlendirmesine geçmedik. Şimdiden sonta tüm kavramları dilektik şekilde
kominist sitemle tartışarak gitmeye çalışacağım fakat bu yapacağım kavramsal
değil ve metafizik bir tasarımsallıkla değil yorumsal olacaktır.
Kamu
hizmeti dediğimiz zaman şunu görebiliriz kapitalist içerisinde hangi kamu? Bu
aynı eşitlikte ki çelişkiyi andırıcasına gözümüzün önüne çıkıyor. Ve ilk
aklımıza gelen şey kapitalist düzende herkes eşit fakat kim eşit? Eşit olanlar
eşit! Dolayısıyla
“bürokrasinin idaresi bu sıfatla hiçbir
güce sahip değildir; fakat bir kamu hizmetinin örgütlenmesi ve işlemesi amacına
yöneldiği ölçüde değer ve kuvvet kazanır. Böylece kamu hizmeti kavramı
egemenlik kavramının yerine geçmiş olur.”[8]
Artık
kamu haliyle ne kamudur ne de gerçek manada bir hukuktur. Kamu artık bir
sınıflı toplumu ve hukukta hiyerarşik durumun korunma amacını ifade etmektedir.
Hemen söylemeliyim ki bunun temelini aldığı yerde özel mülkiyetin kendisidir. İşte
bu özel mülkiyete karşı bir anlama çabası veya onun getirdiği ve üzerinde
tuttuğu tüm kapitalist yapıları yıkacak ve egemen sınıf diye birşeyin ortadan
kalkmasını sağlayacak olan “gerçek komünist eylem gereksinir”[9].
Komünizm
“devletin ortadan kaldırılması ile ile
birlikte olmasını olumlar, ancak özel mülkiyetle kurduğu ilişki içinde onu,
kendini olumlu ortaklık olarak koymak isteyen özel mülkiyet alçaklığının
büründüğü bir biçimden başka bir şey değildir.”[10]
İşte
daha yukarıda bahsettiğimiz tüzel kişilik ve iktidar egemen sınıfını ve kamunun
sınıfsal olarak parçalara ayrılmasını buradan anlayabiliriz. Buna karşıt olan
komünist teoriyi Mısır makalesinde şöyle özetler:
“özel mülkiyete son verilmesi diye
yazarlar Marx ve Engels, ama bu Komünizmin ayırt edici özelliği, genel olarak
mülkiyete son verilmesi değil, burjuva mülkiyetine son verilmesidir.”[11]
Ayrıca “komünizm, kapitalizmin özel mülkiyeti karşısına bireysel mülkiyeti
diker.”[12]
Bu
doğal olarak aklımıza getirir ki tüm özel mülkiyet dahilinde, üç dört arsa
fazlalık milyarlarca dolar, on veya onbeş tane araba, dört ilde dört tane büyük
arazi artık bir sınıfsallık içermeyecek çünkü ne bu sınıfsallığı sürdürecek
miras ne de böyle bir özel mülkiyet anlayışı kalmayacaktır. Hatta diyebiliriz
ki bir çocuk ekmek çalıyor ve ekmeği çaldığı fırının günlük satışı on beş ama o
yanlışlıkla hamuru fazla yaptı ve çocuk ta kalan ekmeklerden çaldı. Çocuğun
yediği ekmek çöpe gitmek yerine mideye gitti. Doğal olarak görüyoruz ki
üretimin herkesin ihtiyacını karşılayacak bir yapıya dönüşmesi sonucunda ne
ekmek çöpe gidecek ne çocuk hırsız olacak ne de başka bir örnek verecek olursak
av sahibinin beş evi ikisinde çoçukları birinde kendisi diğer ikiside kiralık
olacak. Tam da bedavadan kişi ihtiyacı karşılanacak. Lakin böyle bir durumda
polis müdahalesi denen birşeyden de bahsedemeyiz yoksa tekrar mülkiyetlenme
evler arabalar dükkanlar devlet ve evde tecavüze uprayan kadınlar hukukun
gizlediği ve eşitlik dediği eşitsizlikler doğacaktır. O yüzden artık özel bir
mülkiyetten bireysel bir mülkiyete ve ihtiyaç fazlası mülklenmekten ihtiyaç
oranınca mülklenmek tüm kapitalizmin sermaye anlayışına çomağı sokacak bir
teori olduğu kadar geçekliktir.
Sonuç
Tüm bunların yerlerine oturmasıyla
beraber en baştan itibaren her adım bir sonrakinin sorunu her bir sonraki de
bir öncekinin gelişmesi ve her üçüncü adımda bir de bir çözümsel yapı sunmaya
çalıştım ve metnin genel yapısının en başında belirttiğim gibi asıl sorunumuz
hukuk ve siyasetin kendisine götürüyor bizi. Çünkü dünya tarihi bir siyassal
sahne olmakla beraber metnin bizi siyasette ve hukuka getirdiği yere bakacak
olursak;
“hukuk, toplumsal varoluşun bir
gerekliliğidir, üstyapı kurumu değil, toplumsal özgürlüğün gerçekleşme
yordamıdır. Siyaset ise, hukuku sömürgeleştirerek edindiği alt yapısal
işlevlerinden/kamu hizmetlerinden arındırıldığında kelimenin tam anlamıyla bir
üst yapı kurumudur. Egemenlik ideolojisi ve bu ideolojiyi bir güç ideolojisi
olarak yeniden ve yeniden üreten egemenlik kurumları yüzyıllar boyu siyasetin
içeriğini kurmuştur ve siyaset, Machiavelli’den bu yana kapitalist devletin bir
dolayımıdır.”[13]
Son değerlendirmenin kendisinde benim kendi önerim
şu olacak ki tarih Yahudilerin tüm ızdırabına şahit oldu ve şimdi Filistin
halkı aynı ızdırabın kurbanı. Tüm bu sorunların ortadan kalkmasının en temel
koşulu ve bizi mülkiyetin kalmasına kadar getirecek olan savaşların durumudur.
Şimdi kanın aktığı ve toprak uğruna mülkiyetin yüzyıllarca daha da vahşileşerek
emdiği kanı kesme adına ttüm gözler buraya çecrilmelidir. Herkes oturduğu
yerden ahkam kesebilir, marxsist olduğunu söyleyebilir fakat koltuğunda oturup
kahveni i.mek bir marx’ı anlamak değildir. Avrupanın tüm değerlerinin
değersizleştiği dönemde Marx, Nietzsche ve Kierkegaard bu değersizleştirmeyi
gözler önüne almış ve farklı açılardan bu değersizleşmeyi görmüştür. Marxın
soruna ekonomik açıdan yaklaşması ve bizim bunu savunmamız bir şey ifade etmez
ki Marx’ın felsefesini yorumlayacaksak; şimdi öyle oturup oturup analiz etmek
değil analiz ettiğini reel olarak ele alıp harekete geçme vaktidir. “Trajik
kahramanla ilgili çağımızın düşünceleri nelerdir peki? Kierkegaard İbrahimi
kimsenin anlamadığını söylüyor Korku ve Titremede onun neyi başardığını
soruyor. Tanrının kendisini sevenin onun uğruna neler yapmış olduğunu
bileceğini söylüyor ve ibrahimin başardığının sevgisine sahip çıkması olduğunu
söylüyor.”[14]*
Peki,
biz neyi başaracağız? Öyle sanıyorum ki ya trajik karakterlerden birisi
olacağız ve ortaya koyduğumuz teori ve çözümler için harekete geçeceğiz yada
oturup kahvemizi içmeye devam ederek sadece ölümle yaşam arasında belirsizce
bir hiç olarak gideceğiz.
Kaynakça
1)
Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2003.
2)
Liberal Hukukun ve Devletin Sınırları, haz. Bora Erdağı,
Ankara: NotaBene Yayınları, 2015.
3)
Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme, çev. İsmail Yerguz, Say
Yayınları, İstanbul, 2015.
[1] Adnan
Güriz, Hukuk Felsefesi, Ankara: Siyasal Kitabevi, ss.155, 2003.
[2] Liberal
Hukukun ve Devletin Sınırları, haz. Bora Erdağı, Ankara: NotaBene Yayınları, ss.301,
2015.
[3] A.g.e, ss.303.
[4] Adnan
Güriz, Hukuk Felsefesi, ss.183.
[5] Liberal
Hukukun ve Devletin Sınırları, haz. Bora Erdağı, ss.306.
[6] A.g.e, ss.309.
[7] A.g.e, ss.312.
[8] A.g.e, ss.312.
[9] A.g.e, ss.316.
[10] A.g.e, ss.316
[11] A.g.e, ss.317.
[12] A.g.e, ss.317.
[13] A.g.e, 324.
[14] Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme, çev.
İsmail Yerguz, Say Yayınları, İstanbul, ss.123, 2015.
* Bunu Kierkegaard’ın kitabının bölümünü
yorumlayarak aldım ve bir çok benzer cümle olabilir. Direkt olarak alıntı
edilmiş değildir.
Yorumlar
Yorum Gönder